top of page

 

HAYAT HİKAYEM

 

 

 

30.Ağustos.1943 te büyük depremden 2ay 10 gün sonra Adapazarı'nda doğmuşum.Adımı doğduğum gün anısına Zafer koymuşlar. annem babam 1924 yılında mübaledede Yunanistandan muhacir olarak gelmişler. Annem Vodina lı,rahmetli babam Gümilcine'liymiş.Ben 5 kardeşten ikincisiydim.Benden 3 yaş büyük olan ağabeyim 6 yaşındayken yakalandığı kuşpalazından kurtulamamış. çocukluğumu doya doya yaşadım. Trafiği olmayan bomboş sokaklarda koşuşur, evimize yakın gazhanenin yanındaki boş arsada kağıt parçalarından yaptığımız topla çift kale maç yapardık. eve döndüğümde annem banyoya sokar yıkardı.yorgunluktan ayakta duracak halim olmazdı .Akşam yemeğini yer yemez yatardım. O tarihlerde elektrik bir gün var birgün yoktu, sıksık kesilirdi. Elektriğin kesikdiği günlerde 5 numara gaz lambasının camını parlatma görevi benimdi.Mahallemizde tek radyo bizde olduğundan çarşamba akşamları komşu kadınlar evimize gelir. hep beraber Halide Pişkin'in radyo skeçini dinlerdik. Yaz geldi mi hafta içi komşularla Çark'a pikniğe giderdik. Çark Adapazarı'nın doğa harikası bir köşesiydi. Evden dolmalar sarılır. Börekler hazırlanır.Herkes marifetini ortaya koyar, yapılanlar son kırıntısına kadar bitirilir güzel bir günün sonunda yorgun argın evlere dönülürdü. Hafta sonu oldu mu rahmetli babam Fayton tutar Çark deresi kenarındaki Hasin'in bahçesine götürürdü. O zamanlar fayton tek ulaşım aracıydı, Tabii Manda ve at arabalarını saymazsak. Hasin'in bahçesi dere kenarında ağaçlarla kaplı geniş bir bahçe idi. Nazlı nazlı akan Çark deresinin kenarında bir masaya oturur, Dalları derenin sularına değen salkım söğüt ağacının altında Babam mangalı yakar, annemde salatayı hazırlardı.Mangal yanınca önce biber ve ikiye bölünmüş domatesler pişirilip bir tencereye konur soğumasınlar diye kapağı kapatılırdı. Ateş biraz geçince annemin evde özenle hazırladığı köfteler ızgaraya konur, buzda soğutulmuş biralar eşliğinde neşe içinde yemekler yenirdi, Bazı hafta sonları da Sapanca gölü kenarında piknik yapıyorduk. İlk okula 9 yaşında başladım. Okul evimizden 1-1,5 km uzakta babamın bakkal dükkanının arkasında bulunan bir kilise binası olan Cumhuriyet ilkokuluydu. İlkokul öğretmenlerimden Remziye hanım 1nci sınıftan 3.ncü sınıfa kadar okuttu. Aklımda kalan iri bir bayan oması ve saçlarını simit şeklindetaraması.Öğretmenimi çok seviyordum. 4.cü sınıfta Hulusi bey okutmaya başladı. Hulusi bey kısa boylu ,öğretmenliği seven dini bütün bir hocaydı. Bütün dini bilgilerimi kendisinden öğrendim.Allah razı olsun .Gani,gani rahmet eylesin. İlkokulda pek parlak bir talebe değildim. Ama oldukça iyi taklit kabiliyetim vardı.O yıllarda popüler olan 2 şarkıyı Avare filminin meşhur Averomu şarkısıyla, Bir rum şarkıcının söylediği uskidara gideriken'i onları taklit ederek söylüyordum.ve de beğeniliyordu. İlk okul bitirme imtihanlarında bu 2 şarkıyı söyleyerek mezun oldum. İmtihanlar bir heyet huzurunda sözlü olarak yapılırdı. Sıram gelip içeriye girdiğimde imtihan heyetine dahil öğretmenlerden bir tanesihadi oğlum Averamuyu söyle der bende şarkıyı söylemeye başlardım. Bu şekilde ilkokulu Pekiyi dereceyle bitirdim.İlkokulu bitirince o yaz babamın bakkal dükkanında çalışmaya başladım. Bakkal dükkanı dediysem bildiğiniz bakkal dükkanlarından değil, 1001 çeşit mal satardık. Dükkanımız Adapazarı Kömürpazarı'nda havuzun karşısında Beyaganın dükkanlarından biriydi. Mahmut'un fırını 100 mt. ilerimizdeydi. Onun yaptığı ekmeği hiçbir fırın yapamazdı. Sattığımız mallar köylü çeşidiydi. Orijinal olanlardan bazısını sayayım; Gaz lambası, hayvan nallamak için nal ve mıh çeşitleri, Steyr marka Tırpan,sirke ruhu, çivi çeşitleri, kurutulmuş çekirdekli çekirdeksiz üzümler keçi boynuzu, tenekelerle pamuk yağı,Prinç, un , irmik, toz ve kesme şeker, daha neler neler...Salı günleri Adapazarı'nın pazarıydı. 1 hafta o gün için hazırlanırdık. Pamuk Yağları varillerden tenekelere doldurulup lehimlenir, üzümler içindeki taşlardan ve saplarından ayıklanarak elekten geçirilir. Toz şekerler beşer kiloluk torbalara doldurulur, 130 kiloluk priç çuvallarının ağızları kıvrılarak satışa hazır hale getirilirdi ve 1 haftada hazırladığımız herşey salı günü satılır, ertesi gün tekrar gelecek hafta için çalışmaya başlardık. daha sonraki yıllarda büyüyen 2 erkek kardeşim Ahmet ve Faruk'ta bu çalışmalara katılmaya başladılar. O yıl yaz sonu geldiğinde babam okula kaydımı yaptırmamı istedi. İçimde Mimar olma hayali vardı. O hayalle ortaokula kaydımı yaptırdım. Dükkana geldiğimde rahmetli babam ortaokulun tam gün tedrisat yaptığını oysa Ticaret Lisesinin yarım gün olduğunu söyleyerek kaydımı sildirip Ticaret Lisesi orta bölümüne kaydımı yaptırmamı istedi. Çok üzülmüştüm, fakat çaresiz gidip Ticaret Lisesi orta kısmına kayıt yaptırdım. o yıl ve takip eden yıllarda yarım gün okul yarım gün dükkan devam ettim. Ortaokul ve takipeden Lise tahsilim çok parlak geçti. O yıllarda senede 3 karne alırdık ve ben 6 yıllık tahsilimin her karnesinde iftihar listesine geçip okul birincisi olurdum. Babam aldığım bu takdir belgelerinin hayatta kendisine verebileceğim en büyük hediye olduğunu söylerdi. Lİse 2nci sınıfta geçirdiğim paratifo hastalığı beni çok sarsmıştı. 15 gün 40-41 dereceyi bulan ateşle yattım birara annem ve babam başucumda ağlıyorlardı. Saç köklerim aşırı derecede ağrıyordu. aylardan nisan ayı idi. Yoğun bir tedaviden sonra ayağa kalkabildim. Okula gittiğim ilk gün coğrafya öğretmenimiz muaattar hanım sözlüye kaldırdı.ben ağır bir hastalıktan yeni kalkmıştım. o sanki hiçbirşey olmamış gibi bana sorular sordu ve 0 verdi. Bu Lise hayatımda aldığım ender kötü notlardan biri olarak anılarımda kaldı. Lise müdürümüz Ali Özeller sosyal ne faaliyet olursa beni çağırır ve görevlendirirdi. Bir gün Kıbrıs'la ilgili bir miting yapıldı Bugünkü Atatürk parkının önü insan kalabalığından görünmüyordu ve mitingte konuşmacılardan biride bendi. Sabah kalkınca sesim gür çıksın diye 2 çiğ yumurta içmiştim. Konuşmamı yaptıktan sonra halkın arasına karıştım 1 bayanın analar ne evlatlar doğuruyor cümlesi beni çok gururlandırmıştı. Yıl sonları 25 aralıkta yapılan Atatürk koşularına yine ben katılırdım. Bir yıl bir arkadaşımla koşan grubun oldukça gerisinde emn sonlarda kalmıştık. Fakat önümüzde kimse görünmediğinden halk bizi en önde koşanlar zannedip alkışlamaya başladı. Bir kerede okul güreş takımının başında Adapazarlı Dünya şampiyonu Mithat Bayrak'ın Malmüdürü tepesinde herhalde vagon fabrikası spor salonu olacak güreş seçmelerine katıldım ,güreş minderine çıkan arkadaşlarım Mithat Bayrak'ın öğrencileri tarafından daha mindere adım atar atmaz sırtları mindere yapışıyordu.ben en sona kalmıştım. Mindere çıkınca karşıma çıkan güreşçi hangi hareketi yaparsa bende aynını yapmaya başladım bu şekilde 3-5 dakika geçirdim ama sonunda benimde sırtım mindere yapışmıştı. O yıllardan kalan anılar arasında 1960 27 mayıs ihtilalini takip eden pazartesi günü okula giderken Atatürk Parkının köşesinde kurulan 3 darağacında dilleri ağızlarından fırlamış 3 mahkumu görünce öğürmeye başladığımı hatırlıyorum.1963 yılında Adapazarı Ticaret Lisesini bitirdikten sonra gidebileceğim başka bölüm olmadığı için İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisine kaydımı yaptırdım. Halbuki bütün arzum iyi bir mimar olmaktı. Bu defa İstanbul'a gelişim kısa bir ziyaret için değil uzun süreli bir kalış içindi. ve bu uzun süreli kalış İstanbul'u daha yakından tanımam içinde büyük bir fırsattı. Akademi Sultanahmet Meydanının sonunda 1883 yılında Hamidiye Ticaret Mektebi Alisi olarak inşa edilip bugün Marmara Üniversite'si Rektörlük binası olarak kullanılan tarihi bina idi. Güneş Sigorta Genel Müdürlüğü'nde yarım günlük bir işe girdim. Hem çalışacak, hem de tahsilimi tamamlayacaktım. Çalıştığım yer Mısır çarşısı'nın Sultanhamam'a bakan kapısının karşısındaki vakıf handa bulunuyordu.İkinci yıl İstanbul Erkek Lisesinde etüt öğretmenliğine başladım. Lise Cağaloğlu'na adını veren Cığalzade Şevket Bey'in köşkünün yerine yapım masrafları Osmanlı'nın borçlarına ilave edilerek Düyun-u Umumiye idaresi tarafından yaptırılmıştı.Okul'da yatıp kalkıyordum. Sabahları ve akşamüstleri ikişer saat etüde giriyorduk. Kahvaltı ve akşam yemeklerini okul veriyordu. Öğle yemekleri genelde akademi'de çıkan tabldot ya da Ayasofya'nın karşısında Million taşın yanındaki küçük salaş bir lokantada tavuk suyu çorba ve pilav ekmek oluyordu. Tabldot 130, lokantadaki yemek 150 kuruştu. O günlerden kalan alışkanlıkla pilavı hala ekmekle yiyorum.1966 yılı eylül ayında vatani göreve gittim.Askerlğimi Topçu olarak 6 ay Polatlı Yedek Subay okulunda 18 ayda Babaeski 189.ncu topçu taburunda olmak üzere toplam 24 ay olarak yaptım. İçimde 2 mesleğe karşı oldum olası bir özlem vardı. Bu mesleklerden Birincisi öğretmenlik 2nciside subaylıktı. Öğretmenlik hasretini İstanbulda okurken İstanbul Erkek Lisesinde yaptığım 1-1,5 yıllık etüt abiğiliğiyle oldukça gidermiştim. Sıra askerliğe gelmişti. Polatlı yedek subay okulunda 4 yıllık yüksek tahsilim sırasında çalışmadığım kadar çalştım. İlk gittiğimde verdikleri pantalon 2 metre boyunda bir kişiye rahatlıkla olurdu. Giydiğim elbiseler Kemal Sunal'ın Çöpçüler Kralı filmindeki kıyafetine çok benziyordu ilerde bulabilirsem bu kıyafetle çektirdiğim ve annemlerde bulunan fotoğrafıda buraya koyacağım. Polatlının soğuğu çok yamandı.Çok soğuklarda ayakalarıma gazete kağıtlarını sarıp iple bağlıyordum verilen pantalonun büyüklüğü burada çok işime yaramıştı. Yedek subay Okuluna gitmeden 2 gün önce Ankarada bulunan Albay Ramiz Yamaner'i (Annemin amcasının oğlu olduğu için dayı derdik) ziyaret ettim.Nemide yengemin hazırladığı yemeklerin yanın da Ramiz dayım bana da rakı koymuştu. Buraya kadar herşey çok güzeldi. Dayım bana dönerek Zafer bugün askerlik başlıyor.Bu süre içinde dayı yeğen ilişkisi bitti artık askerlik isterim deyince başımdan kaynar sular döküldü. Ertesi gün Ankara'dan ayrılıp Polatlı'ya gittim ve bir daha da kendisiyle görüşmedim. Evvelki yıl İzmir'de vefat etmiş.Allah rahmet eylesin.6 aylık bu dönemde çok ağır bir eğitimden sonra kurada Babaeski 189.ncu topçu taburu'nu çektim. 18 aylık kıta hizmetim oldukça başarılı geçtri. Askerliği çok sevmiştim. Arkadaşlarla beraber tek katlı beyaz badanalı küçük bir ev kiraladık. Komşu kadınlardan biri evi temizliyordu. Bir arkadaşım bu hanımın 16 yaşındaki kızına aşık olunca apar topar kasabanın merkezinde Şekerbank'ın üstündeki eve taşındık. Babaeski Trakya'nın şirin kasabalarından halkı açık fikirli ve medeni. buraya gelen yedek subayların büyük bir yüzdesi evlenip gidermiş.Askerlik hatıralarına girersek çok uzun sürecek. Burada noktalayıp askerlik sonrasına geçelim. Askerliği bitirince amcam Hüseyin Ulusakarya ve yunanistan'dan akrabamız Ahmet Sakarya ile ortak olarak İzmit''te demir mağazası açtık.25.nci Doğum günüm olan 30. ağustos.1969 da eşim mine hanımla evlendim. Bu evlilikten Gülnur ve Gülfem adlarını verdiğimiz 2 kızımız oldu. yıllar yılları kovaladı. ve bugün evliliğimizin 39.ncu yılında mutluluğun zirvesinde bir ömür yaşıyoruz sevgili eşim, kızlarım damatlarım ve dünya tatlısı torunum Selen'le birlikte. bu güzelliklere birde eşimin ve benim yaşam tarzımız olan Briç ve onun getirdiği briç dostlarını katarsanız ne olur tahmin edin. Sevgili eşimle Türkiye'yi il il, kasaba kasaba dolaşıp briç turnuvalarına katılıyoruz. Gittiğimiz heryerde büyük bir sevgi ve saygıyla karşılanıyoruz. Sonra gittiğimiz bu yerlerde çektiğim fotoğrafları derleyip siteme koyuyorum. Bir de yaşadığımız İzmit'te Kocaeli Briç Kulübünde olan Briç Dostları var ki hepimiz bir aile gibi olduk. Yeni katılan genç üyelerle birçok kızlarımız ve oğullarımız oldu. Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım derken bir hayıflanma değil . Doya doya yaşadığım bu güzel ömrün aynı güzelliklerle devamını diliyorum yüce Rabbimden.

Bugün 2021 yılı 8 nisan...

Yukarıda hayat hikayemi anlattığım yıllara nice yıllar eklendi. Nice acı tatlı yıllar...

zafer.JPG

Bu sayfayı  hayat hikayem , soyağacım fotoğraf albümüm ve özel anılarım için ayırdım.

Arzu ederseniz bu özelime misafir olabilirsiniz. Hoşgeldiniz...

Soy Ağacım

a ali ulusakarya.jpg
a hayriye.jpg

Annem Hayriye Ulusakarya Aralık 1923 Vodina doğumlu.7 Kardeşin 2 ncisi. Anne ve babası 1924 yılında Yunanistanla yapılan mübalede'de Annem ve ağabeyi Mustafa ile Adapazarı'na gelmişler ve oradaki mülklerinin karşılığı olarak olarak kendilerine arazi ve iki katlı bir rum evi verilmiş. Bu mübalede de Dedem ve anneannemler yalnız değilmişler. onlarla birlikte anneannemin ağabeyleri ve dedemin kardeşleri de varmış. Bu mübaledede Babamda dayısıyla evli olan halasının yanında Adapazarına gelmiş. Babam 3 yaşında annesini 9 yaşındada babasını kaybetmiş 1330 (1914) Gümilcine doğumlu imiş.(Bugünkü adı Komotini) Ben annem ve babamla beraber 1953 yılında gitmiştim. çok güzel bir şehir.Biz hikayemize annemin annesinin babası Arnavut Recep ağa ile başlayalım. Bu anlatacaklarımı annemin abisi Mustafa dayımdan dinleyerek teybe kaydettim. Fakat annemin küçük kız kardeşi Saffet teyzem bir kısım hikayenin dayımın muhayyilesinden çıktığını söylüyor. Bir varmış bir yokmuş diyerek Mustafa Dayımın anlattığı hikayemize başlayalım;Arnavut Recep ağa Annemin annesi Reciye Hanımın babası yani annemin dedesi...Askerlik yaşına gelen Recep Arnavutluk'ta bir şehir olan Debre'den yola çıkar Ve Plevne'de Ruslarla savaşan Gazi Osman Paşa'nın kuvvetlerine katılır. Osmanlı-Rus savaşının başlamasıyla 1877 yılının Temmuz ayında Rus ordusu Tuna nehrini geçerek Osmanlı topraklarında ilerlemeye başlamıştı. Gazi Osman Paşa kumandasındaki Osmanlı birlikleri savunma amacıyla Niğbolu kentine doğru yola çıktılar. Ancak Niğbolu'ya Osmanlı birliklerinden önce yetişen Rus birlikleri 16 Temmuz 1877'de Niğbolu'yu kolayca ele geçirdiler. Bunun üzerine Gazi Osman Paşa Plevne kentine yerleşerek Rus ordusuna karşı orada savunma yapmaya karar verdi. Plevne Savunması (19 Temmuz 1877-10 Aralık 18771877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rus ordusunun kuşattığı Plevne (Bulgaristan) kentinin Osmanlı ordusu tarafında büyük bir cesaretle savunulması olayıdır.Tarihe altın harflerle geçen ve Ruslara çok büyük kayıplar verdiren bu tarihte benzeri olmayan savunma çaresiz kalan de Gazi Osman Paşa'nın 10.aralık 1877'de 45.000'i aşkın askeriyle birlikte teslim olmasıyla sona erdi.. Teslim olan Osmanlı askerleri aç ve susuz bir şekilde acımasızca kilometreler süren bir ölüm yürüyüşüne tabi tutuldular. Ancak küçük bir sayıda Osmanlı askeri sağ salim Osmanlı topraklarına geri dönebildi. Arnavut Recep'te bu geri dönenler arasındaydı . Plevne'de Gazi Osman Paşa'nın yanında savaşan askerlerin çoğu Vodinalıydı. Recep'in onlarla çok yakın bir arkadaşlığı olmuştu. Savaş bitince Recep arkadaşlarıyla birlikte Vodina'ya gitti. Vodina bugünkü Yunanistan'ın makedonya sınrında her yerinden sular akan cennet gibi bir kasaba. Recep buraya adeta aşık olmuştu. Bu sıralar Arif ağa sahibi olduğu çiftliğe bir subaşı arıyordu. Arkadaşlarının tavsiyesiyle Recep Arif Ağa'nın Selmulin adlı çiftliğene Subaşı olarak girdi. ve kısa zamanda Arif ağanın sağ kolu haline geldi. Recep durmadan çalışıyor, gece gündüz demiyor, tuttuğunu koparıyordu. 40 yerinden 40 su çıkan içinde değirmenleri bulunan koca çiftlik adeta bir gül bahçesine dönüşmüştü.Arif ağa Recep'i kardeşi gibi seviyor.Ona çok güveniyordu. Bir yıl sonunda 1878 yılı kasım ayında Arif ağa hastalandı oldukça ağır bir hastalık geçiriyordu. Ölümden kurtulamayacağını anlayan Arif ağa Recep'i yanına çağırdı ve yakın bir süre sonra öleceğini ölümünden sonra karısı ile Hasime ile evlenmesini ve oğlu Osman'a babalık etmesini vasiyet eder. Kısa bir süre sonra Arif ağa ölür. Selmulin çiftliğinin yeni sahibi Arnavut Recep Hasime ile evlenir Osmanı kendi oğlu gibi sahiplenir Artık ismi Arnavut Recep Ağa olmuştur.

a.mine 1.JPG
a zafer.jpg

SESSİZ GEMİ

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

bottom of page